Dervişlerle Hasbihal -
her hakkı saklıdır - 2014
®

Hoşgeldin Kardeşim, senin IP numaran 3.142.43.206 Tarayıcın Mozilla/5.0 AppleWebKit/537.36 (KHTML, like Gecko; compatible; ClaudeBot/1.0; +claudebot@anthropic.com) Şu Sayfadasın //imanedir.tr.gg/taklidi.htm Sayfanın Tıklanma 53 Bugünki Ziyaretçi 12 Bulunduğun ülke us

taklidi

http://www.ilmedavet.com/wp-content/uploads/2010/12/taklidi.jpg

Taklidi iman nedir?

Taklidi iman: Delile ve araştırmaya dayanmayan imandır.

Bu iman sahipleri mevcudattaki Allah’a ait damgaları, delilleri ve mühürleri okuyamaz. İlahî isimlerin ve sıfatların tecellilerini göremez. Her biri Rabbani bir mektup, ilahî bir kaside ve subhani bir kitap hükmünde olan mahlukları Allah hesabına okuyamaz. Sanattan sanatkâra, nakıştan nakkaşa, eserden müessire ve delilden medlule, yani kendisine delalet edilene geçemez. Bir çiçeğe baktığında sadece zahiri güzelliğini görür, onda tecelli eden ilahî isimleri ve sıfatları tefekkür edemez. Çiçeğin, Allah’ın varlığına ve birliğine ve diğer iman hakikatlerine yaptığı şehadeti işitemez. Bu duruma düşen insan, etrafında olup bitenlere karşı gafil, kâinat kitabındaki güzelliklere karşı kör, hadiselerin hak söyleyen dillerine karşı sağırdır. Bu itibarla inancında sığ ve yetersiz; ibadetlerinde aşksız ve vecdsizdir.

Bu derecedeki iman sahibini 2 soru ile anlayabiliriz:

1. Soru: Allah’a ve diğer iman hakikatlerine inanıyor musun?

Bu soruya cevabı “Evet”tir.

2. Soru biraz daha zordur: “Niçin inanıyorsun?”

Bu soruya cevap yoktur. Zira Allah’a ve diğer iman hakikatlerine inandığı için Müslüman değildir. Bilakis Müslüman olduğu için Allah’a inanır. Anası, babası, çevresi Müslüman’dır, o da Müslüman’dır.

Taklidi iman sahipleri, huzur-i imana sahip olamadıklarından ülfet hastalığına yakalanırlar. Bu iman sahipleri haricî ve enfüsi delilleri tefekkür edemez. Bu tefekkür noksanlığı ise, onu ya gaflete atar ya da inkâra sürükler. Bu, taklidi imanın acı bir meyvesi olan ülfetin son perdesidir.

GAZZÂLÎ’NİN TAKLİDÎ İMÂN İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ


           

İslâmî İlimler, var oluş amaçlarına uygun olarak her dâim halk ile iç içe olması gereken, halkın dinî ihtiyaçlarını ciddiye alan bir tavır içerisinde olmuşlardır. Teşekkül döneminden itibaren yapılacak basit bir İslami İlimler tarihi okuması da bu fikri teyit edecek görünümdedir. İslâm dininin teorik ve pratik bölümlerinden bahsedebiliriz. Dinin pratik boyutunu konu edinen ilim fıkıh, teorik boyutunu kendisine konu olarak seçen ilim de kelâm ilmi olmuştur. Her ne kadar bu taksim zihnî, hâriçte herhangi bir gerçekliği bulunmayan bir taksim olsa da, geçen zamanın ve sahip olunan mekanın çokluğu ve büyüklüğü göz önüne alındığında, birikimin işlenebilirliği açısından önemli ve gerekli bir taksim olduğu âşikârdır. Kelâm ilmi, küllî manada diğer bütün İslâmi İlimlere İslâmiyetin bakış açısını veren, onları denetleyen bir konumda olmuştur. Bu yüzden kelâmcılar her zaman diğer ilimlerle de ilişki içerisinde olmuşlardır.

Kelâm ilmi de diğer İslâmi İlimler gibi halkın ihtiyaçları konusunda hassas bir konumdadır. İtikâdın belirlenmesi, korunması görevini üstlenmiş olan ilmin aksi bir tavırda olması beklenemezdi.

Bu çalışmada İmam Gazzâlî’nin taklidî imanla ilgili görüşleri incelenecektir. Örnek olarak Gazzâlî’nin seçilme sebebi, halkın göz önünde bulundurulması noktasında kendisinin diğer düşünürlere göre bir adım önde olması ve sonucunda sisteminde avama da yer ayırıyor olmasıdır. Bu, diğer kelâmcıların avamı ciddiye almadıkları anlamına gelmese de Gazzâlî kadar göz önüne almadıkları açıktır. Kelâmi, felsefi ya da usûl-i fıkıhla ilgili bir konunun en karışık yerinde birden “peki avama gelince bu durumun açıklaması nasıl olur?” sorusuna cevap veriyor oluşu bu durumun kanıtlarından biridir.

Gazzâlî’nin taklidî imanla ilgili görüşlerini iyi anlayabilmek için kendisinden önceki dönemde yaşamış olan kelâmcıların bu konudaki görüşlerine genel çerçevede bir bakış atmak yerinde olacaktır. Öncesinde bazı kavramların açıklamaları verilecektir. Bu kavramlar konumuzla alakalı olan; akıl, iman, taklid, bilgi,istidlal ve nazar kavramlarıdır.

Kavramlar

İmân: Sözlükte “güven içinde bulunmak, korkusuz olmak” anlamındaki emn (eman) kökünden türeyen, imân “güven duygusu içinde tasdik etmek, inanmak demektir. Terim olarak iman genellikle “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği kesinlik kazanan husularda peygamberleri tasdik etmek ve onlara inanmak” diye tanımlanır[2] Seyyid Şerif Cürcânî’nin tanımı ise şu şekildedir: İmân, kalp ile inanma (itikad), dil ile de ikrâr etmektir. Şehadet eden, amel eden ancak kalp ile inanmayan (itikad) kişi münâfıktır ve şehadet edip amellerini yerine getirmeyen ancak kalp ile inanan kişi ise fâsıktır şeklinde ifade edenler de vardır. İmanın beş şekil üzerine tertibi şöyledir: Matbu’ iman, makbûl iman, ma’sûm iman, mevkûf iman ve merdûd iman; matbu’ iman meleklerin imanı, masûm iman nebilerin imanı, makbûl iman müminlerin imanı, mevkûf iman bid’atçilerin imanı ve merdûd iman da münâfıkların imanıdır.[3]

Konumuz olan taklidî iman, imanın kısımlarından biridir. Kasîmi de tahkîkî iman olmaktadır. Taklid: İnsanın kendisi dışında birinin söylediği ya da yaptığı bir konuda düşünmeksizin ve herhangi bir delil aramaksızın onun hakikat üzere olduğuna inanarak uymasıdır.[4]

Taklidî iman ile tahkikî imanı birbirinden ayıran mütekaddimûn dönemi kelâmcılarının üzerinde durdukları temel kavramlar akıl, bilgi, istidlâl ve nazar olacaktır.

Akıl: Sözlükte masdar olarak men etmek, engellemek, alıkoymak, bağlamak gibi anlamlara gelen akıl ( el-akl) kelimesi, felsefe ve mantık terimi olarak ‘varlığın hakikatini idrak eden, maddî olmayan fakat maddeye tesir eden basit bir cevher: maddeden şekilleri soyutlayarak kavram haline getiren  ve kavramlar arasında ilişki kurarak önermelerde bulunan, kıyas yapabilen güç demektir.[5] Akıl ile ilgili farklı tanımlar da mevcuttur. Mesela Cürcânî’nin yapmış olduğu tanım burada zikredilebilir. Şöyle ki; Akıl: Maddeden mücerret bir cevherdir. Hakkın ve bâtılın bilindiği kalpteki bir nurdur.  Varlığın hakikatlerinin kendisiyle bilindiği şeydir.  Gâib şeyleri vasıtalarla ve hissedilir şeyleri müşâhede yoluyla bilen mücerret bir cevherdir.[6]

Bilgi: Vakıaya uygun kesin inanç demektir. Filozoflar; bir şeyin suretinin akılda hâsıl olmasıdır demişlerdir. Bir şeyi olduğu üzere bilmek demektir. Tarifine gerek yoktur da denmiştir. Akleden ile akledilen arasındaki özel bir izafettir.[7] Ayrıca Bilgi, İslâmî terminolojide genel olarak el-ilm ve el-marife terimleriyle ifade edilen bilgi daha ziyade bilen ile bilinen arasındaki ilişki, yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak da tanımlanmıştır. Aynı şekilde sonuç olarak “bilinmiş” olduğu için bilginin malûmât kelimesiyle de karşılandığı görülmektedir.[8]

İstidlâl: Sözlük anlamı delil talep etmek demektir. Usulcülere göre delil ikame etmek demektir. Şerhu’l-akaid’de delil üzerine düşünmek olarak tanımlanmıştır bu düşünme illetten malule olduğunda yada malulden illete olduğunda da aynıdır. Birincisine talil, ikincisine de istidlâl denilmektedir.[9]  Ayrıca istidlâl, medlûlü ispat amacıyla delîlin takrîri demektir.[10]

Nazar: Arapça’da düşünmeyi ifade eden kelimelerin başında nazar, tefekkür, tedebbür, i’tibâr ve taakkul gelmektedir. Asıl anlamı “gözle bakmak” olan nazar, “kalp gözüyle bakmak, düşünmek” manasında kullanıldığı gibi “bir şey hakkında tefekküre dalmak, nazarî araştırmalarda bulunmak” anlamına da gelir.[11] Ayrıca, Mantıkçılar fikr demek olduğunu söylemişlerdir. Bâkıllâni, kendisiyle ilmin ya da zann-ı galibin amaçlandığı fikretmedir demiştir.[12]

Gazzâlî Öncesi Kelâmcıların Taklîdî İman İle İlgili Görüşleri

Gazzâlî’den önceki kelâmcıların genel olarak, iman bakımından nazar yahut istidlâlin önemini vurguladıkları görülmektedir. Bu durumda iman esasen bilgiye indirgenmiş olmaktadır. İstidlâl sonucu elde edilmiş olan bilgiye dayalı olan iman asıl iman olarak kabul edilmektedir. Bu durum teorik olarak problemlere sebep olabilmektedir. Mesela,  müslümanların ekseriyetini mantık biliminde herhangi bir eğitimi olmayan avamın teşkîl ettiği düşünülürse mümin sıfatını almayı ne kadar hak etmektedirler. Müminler yalnızca mantıkî çıkarımlarda bulunabilen mütekellimler midir? Teoride ortaya konulan görüşün, direkt olarak olmasa da îmâ yoluyla avamın imanının varlığını ve de keyfiyetini sorgulamakta olduğu görülmektedir.

Mürcîlerde genel olarak entelektüel rasyonel bir eğilim mevcuttur. İki farklı görüşte olan gruba bölünmüş oldukları Eşari’den nakledilir. Birinci gruba göre akletmeksizin Allah’ın birliği konusunda elde edilmiş herhangi bir kanaat iman teşkil etmezken, diğer gruba göre de Allah’ın birliği konusunda akla dayanmayan itikâd imandır.[13]

Ebû Hanîfe’nin görüşüne göre, bütün dini görevler birincil görev olan akıl yolu ile Allah’ı bilmeye istinâd eder. Ebû Hanîfe, ilk ve mutlak görevin, yaratılmış şeyler üzerinde düşünmek ve onlardan yaratıcıyı anlamak olduğu tavrını gütmektedir.[14] Beyazi’ye göre, geniş ve genel bir düşünüşe dayanan ve düşünen ve akleden kişiyi körü körüne bir otoriteye itâatin üstüne çıkaran Allah bilgisi, her müslümana farz olan bir görevdir. Yani bu, farz-ı ayndır, farz-ı kifâye değildir.[15]

Genel olarak kelâm kitapları, Mûtezile ve Eş’arî’nin mukallidin imanını kabul etmediği yönündeki görüşleri ortaya koyduktan sonra konuyla ilgili açıklamalarda bulunmuşlardır. Mesela; Ebû Hanîfe, Süfyân-ı Sevrî, Mâlik, Evzâî, Şâfiî, Ahmed b. Hanbel’in de içinde bulunduğu bir grup mukallid mümindir onlar hakkında İslam’ın hükmü gerekli ve geçerlidir, ancak istidlâl ve nazarı terk etmelerinden dolayı günahkar olduklarını ifade etmiştir.[16]

Kelâm alimleri bilgi ve akıl üzerinde durmuşlardır. Bunun sonucunda ortaya çıkacak olan iman istidlâle dayalı imandır. Bu iman tahkîkî iman olarak da adlandırılmıştır ve taklîdî imanın mukâbili konumundadır. Tahkîkî iman mantıkî çıkarıma dayalı iman olarak anlaşıldığında daha önce de belirtildiği gibi mantık sanatında herhangi bir eğitim almamış olan, insanların çoğunluğunu teşkîl eden avamın durumu ne olacaktır?  Gazzâlî bu sorunu fark etmiştir ve kendisinden önceki kelamcıların ortaya koymuş oldukları sistemi yeniden inşa etmiştir.

 

 

Gazzâlî’nin Taklîdî İman ile İlgili Görüşleri

Gazzâlî kendisinden önceki kelamcılar ile aynı fikirde değildir. O, İlcâmu’l-avam an ilmi’l-kelâm adlı eserine avam için gerekli olan esasları sıralayarak başlamıştır. “Selef mezhebinin hakikati bize göre haktır. Avamdan sayılan kimselerin Allah’ın zâtı ve sıfatları hakkında okudukları veya işittikleri müteşâbih bir haber veya söz hakkında şu yedi şey gerekir:

1-Takdîs: Allah’ı cisimlikten ve cisimle ilgili şeylerden tenzih etmektir.

2-Tasdîk: Resul’un dediklerine inanmak ve bildirdiklerini hak bilmektir.

3-Aczini itiraf: Allah’ın ve Peygamberinin bildirdiklerinin muradını bilmeye gücünün yetmediğini ve bunun kendi uğraşısının dışında olduğunu ikrar etmektir.

4-Sükût: Müteşâbih sözlerin manasını sormamak, derinliğine dalmamak ve buna dair sorulan soruların bidat olduğunu, bunlar ile uğraşmanın dinine zarar vereceğini bilmektir.

5-İmsak: Müteşâbih söz ve kelimelerin yerine başka kelimeler koyup da manalarını bozmamak.

6-Kef: Müteşâbih kelimelerin manalarını düşünmekten gönlünü ve zihnini geri tutmaktır.

7-Ehline teslim: Müteşâbih sözlerin manalarının -her ne kadar kendisine aczinden dolayı gizli olsa- Peygamberlere ya da Sıddîklara ya da hakîkî velîlere verildiğini kabul etmektir.[17]

Bunlar Gazzâlî’nin insanları akıl açısından üçe ayırması sonucunda akıl açısından en düşük seviyedeki avam için göstermiş olduğu ilkelerdir. Avam, havas ve Havassu’l-havas şeklinde bir taksimde bulunan Gazzâlî, akıl açısından en düşük seviyede bulunan grup avamdır demiştir. İkinci grupta bulunan havâs, zeki ve basîret ehli kimselerdir. Üçüncü gruptaki birinci sınıf havâs ise çalışmayla elde edilemeyecek, Allah vergisi fıtrî bir yeteneğe sahip olan kimselerdir.[18] Avamın özelliği, gündelik işlere yoğunlaşmış olduklarından dini konularda bilgi sahibi olmamalarıdır. Onlar en basit doğrular yerine abartılı şeyleri severler. Doğrudan çok coşku verici şeylere takılırlar. Duygularına hitap edecek şeylerden hoşlanırlar.[19] Taklîd ehlidirler. Taklitçi olduklarının farkında değildirler. Kendi inandıklarının hakikat olduğunu zannederler ve asla şüphe etmezler.[20]

Önceki dönem kelamcılarının imanı istidlâl olarak açıklamalarına karşılık Gazzâlî, imanın bundan başka bir şey olduğunu savunmuştur. Ona göre, Kelâm ilminin, insan zihninde imanın doğuşu ile hemen hemen hiçbir ilgisi yoktur. İman; soyut ispatlar, sistematik tasnifler, kılı kırk yaran mükaşalar vs. yapmak gibi akıl faaliyetleri ile elde edilecek doğada değildir. İman, bizzat Allah’ın ücretsiz bir ikram olarak kullarının kalplerinde attığı bir çeşit aydınlatıcı ışık, nurdur. Bu, bazen ruhun derinliklerinden gelen lisan ile ifadesi tamamen imkansız sıkı ve dayanılmaz bir kanaat şeklindedir. Bazen de Allah korkusu olan bir kimsede bir özelliğin gözlemlenmesiyle ile vâki olur.[21]

Öncesinde imanın tek bir tanımı ve mertebesi var iken Gazzâlî buna da karşı çıkarak, insanların yaratılıştan farklı olmalarına ve hayat içerisinde farklı meşgalelerle uğraşmalarına dayanarak imanın da farklı mertebeleri olacağını savunmuştur. Bu farklılığı avamın, mütekellimin, arifin imanı olarak ortaya koymuştur. Bu iman mertebelerinin birbirlerinden farklı olmalarını Zeyd’in evde olması örneğiyle açıklamıştır. Mesela avamın imanının oluşumu, doğruluğuna güvendiği, yalan söylemeyeceğine inandığı bir kişinin bir hususta söylediğini kabul etmesi şeklinde açıklamıştır. Bu kimseye “Zeyd evdedir” denildiğinde, söz konusu kimse Zeyd’in evde olduğuna inanır. Bu iman, ergenlik çağına ulaşan çocukların anne babalarından Allah’ın varlığı ve sıfatları, Peygamber göndermesi ve Peygamberin getirdikleri ile ilgili duyduklarını aksini aklına getirmeden güvenip huzur içerisinde kabul etmesi şeklinde oluşur. Ancak bu kişileri imana götüren haber nakil yoluyla ve şifahi kanalla geldiğinden dolayı hata ihtimali söz konusudur. Zeyd evde olmadığı halde böyle bir şey söylenmiş olabilir.

Bir kişi içeriden Zeyd’in sesini işittiğinde, onun duvarın öbür tarafında olduğuna kanaat getirebilir. Bu duyulan sesten kişinin varlığına hükmetme anlamında mütekellimin imanıdır. Ancak bu yolla elde edilen bilgide de yanılma ihtimali söz konusudur. Sesler birbirine benzediğinden, Zeyd olduğu düşünülen kişinin başkası olma ihtimali de vardır.

Üçüncü iman yakînî imandır. Kişinin içeri girip Zeyd’in evde olduğunu görüp de kanaat getirmesidir. Bu şekilde elde edilen bilgi, yakînen müşâhede etmek, gerçeğe bizzat mülâkî olmak anlamlarına gelmektedir ki bu inançta hata imkânı söz konusu değildir.[22]

Gazzâlî halkın iman etmelerinden sonra artık kelamcıların cedellerinden uzak tutulmaları gerektiğini söylemiştir. Belirtildiği gibi zaten imanları ile herhangi bir şüpheleri yoktur. Durum böyle iken imanın oluşmasında herhangi bir etkisi olmayan kelâmi tartışmaların zikredilmesi gereksizdir.  Kürsülerde halka vaaz eden vâizlerin akâidi cedele dayalı olarak açıklamasını ve müteşâbih kelimelerin manalarına dalması da hoş görülmemiştir.[23] Selefin itikadına uymak en sahih yoldur. Böyle konularda kısa açıklamalarla yetinilmelidir görüşündedir.

Eğer denilirse ki, insan müteşâbih söz ve kelimelerin manalarını düşünmekten, derinleşmekten kendisini ayıramaz ise ne yapmalıdır? Gazzâlî cevap olarak, insanın kendisini Kur’an okumaya, zikir ve tesbihe vermesi gerektiğini söylemiştir.[24]

Gazzâlî’ye göre kendisinde herhangi bir değişiklik ihtimali olmadığından dolayı mukallidin imanı güçlüdür. Ona göre bu iman ibâdetle sağlamlaştırıldığı gibi kelâm ve cedelden de uzak durularak korunabilir. Bir devlet reisinin ülkesinin tüm sorumluluğunu üzerine alıp onu koruduğu gibi, ulemânın da halk tabakası üzerinde benzer endişeler taşıması gereklidir.[25] Yani, ulemâ halkı kelâmî, cedelî tartışmalardan korumalıdır. Bu onların varlık sebeplerinden en önemlilerinden biridir. Aksi takdirde halkın imanı zâyi olma tehlikesiyle karşılacaktır. Zaten bu ihtilafların, tartışmaların bir çok kasabada yayılması sonucunda fırkaların, tefrikaların ortaya çıkması durumumda da İmam Mâlik’in istivâ meselesinde dediklerini tekrar etmiştir. “Allah’ın arş üzerinde istivâsı malûmdur. Keyfiyeti bizce mechûldür. Ona iman etmemiz lâzımdır. İşte avamın soracağı, karşılacağı her mesele ile ilgili bu cevabı vermeliyiz.[26]

Mukallidin imanında herhangi bir bilgiye dayanma ya da delil arama söz konusu değildir. Gazzâlî de halkın öğrendikleri iman esasları ile ilgili soru sormaktan men’ edilmeleri gerektiğini söylemiştir. Ancak şu da bir gerçektir ki, insanlar, delilini bilmedikleri şeyin ne olduğunu da bilemezler. İnanıp tasdik edebilmek için herşeyden evvel bilgiye ve delile ihtiyaç vardır. Bilgi ve delile sahip olmayan kimsenin iman ve tasdiki olmaz. Bu görüş önceki dönem kelamcıların görüşüdür. Ayrıca, bilgiyi kazanmak için de delilleri bir araya getirmek, nazar ve talîli yöntem olarak kullanmak gereklidir. Gazzâlî buna cevâben, imanın katı bir tasdikten ibaret olduğunu söylemiştir. Bu tassdikte herhangi bir şüphe yoktur. Tasdikin altı derecesi vardır:

1-Tasdikin en yüksek mertebesidir ki; bu en sağlam delillerin tertibi ve mukaddimelerin kelime kelime incelenmesiyle hasıl olur. Tasdikini bu mertebeye çıkarmış olan kimselere her asırda bir veya iki tane rastlanılabilir. Eğer kurtuluş yolu bu olsaydı, kurtulma imkanı çok zor ve kurtulanlar çok az olurlardı.

2-Takdiri delillerle hasıl olan tasdik: Kelam ilminde emsali çok görülen yoldur. Bu deliller hayattan ve müşahadeden alınırlar. Bununla beraber, bu delilleri anlamaktan, ortaya atmaktan, cedele girişmekten dolayı kalpte bazı sıkıntılar hasıl olabilir.

3-Hatabi delilerle hasıl olan tasdik: Topluluk hayatında çok karşılaşılır ve fikri açık ve anlayışlı insanlara faydalıdır. Kur’an’ın delilleri bu cinstendir. Bu şekilde iman etmiş bir kimse için cedelcinin birinin çıkıp da zarar vermesi mümkündür. Böylece şek ve şüphenin istilasına uğrar ve kendisini kurataramaz.

4-Sem’î delillerle hasıl olan tasdik: Bunlar yalnız halkın medh ve senasını üzerinde toplamaı sebebiyle sebebiyle doğruluğuna inandığı kimselerden işittiği ile hasıl olan tasdiktir. Böyle kişilerden alınan bilginin araştırılması söz konusu değildir. Herkes duyar ve doğruluğunu kabul eder.

5-İhtimal ve karinelere dayanan tasdik: İnsan bir şeyi işittiği zaman kalbine doğan bir duygu ile onun doğruluğuna temayül ettiğinde ortaya çıkar. Bu durum kat’î bir kanaat husule getirmese de avamın kalbine sımsıkı bir kanaat bırakır.

6-Arzu ve kanaatine uyan haberlere dayanan tasdik: Bir kimse tabiatına ve ahlakına uygun bir söz veya haber işittiği zaman derhal onu tasdik eder. Bunun dayanağı, bir delilin olması ya da haber verene duyduğu güvenle alakalı değildir, bilakis hoşuna gitmiş olmasıdır. İşte bu tasdiklerin en zayıfı ve derecelerin en aşağısdır. Çünkü zayıf da olsa herhangi bir karine ya da muhbir hakkında hüsn-ü zan yoktur.[27]

            Son olarak Gazzâlî’nin yapmış olduğu sistemin altını üstüne getiren açıklamalarına yer verebiliriz. Gazzâlî, önceki dönem kelâmcılarının taklîdî olduğu gerekçesiyle aşağı seviyede gördüğü ve bazı zamanlarda makbûl dahî görmediği iman ile bu eleştiriyi yapan kelâmcıların imanlarını karşılaştırarak, aslında aralarında herhangi bir fark olmadığını ikisinin de taklîde dayandığını söylemiştir. “Şüphe olunmaz bir gerçek şudur ki, Peygamber öğretisini ve Kur’an’ın içeriğini kararlı bir iman ile kabul eden herkes, bunun mantıkî ispatını bilmese de mümindir. Tersine, skolastik bir argümandan elde edilmiş olan iman son derece zayıftır ve her an düşünüşteki ufak bir zorluktan dolayı kopmaya hazırdır. Kökü, derinlere kadar inen iman sıradan insanların imanıdır ki, ya çocuklukta sahih bir öğreti ile kalplere sağlam bir tarzda ekilmiştir yahut olgunluktan sonra kelimelerle ifadesi imkansız bazı şahsi deneyimlerle kazanılmıştır.”[28] Yani Gazzâlî, kelâmcıların da kendi hocalarından öğrendikleri istidlâl metodlarını taklîd ederek, kendilerince üstün gördükleri ve tahkîkî iman olarak isimlendirdikleri imana ulaştıklarını söylemiştir. Taklîdin tabiatında var olmayan değişkenliğin, tahkîkin tabiatında var olacağını çünkü insanın zihnini heran canlı tutmasının zorluğunun âşikâr olduğunu belirtmiştir.

            Sonuç ve Değerlendirme

            Görüldüğü gibi, Gazzâlî iman bağlamında taklidin makbul olduğunu savunmuştur. Ona göre, mukallidin imanı değişkenlik özelliğine sahip olmaması ve mukallid için aksini akla getirmemesi açısından önemlidir. Ancak rasyonel bilginin vurgulanması gözden uzak tutulmaması gereken bir noktadır. Rasyonel bilginin herhangi bir değerinin olmadığı iman süreci, Kant’ın absürd olmasına rağmen iman edilmeye layık olarak gördüğü imandan nasıl ayrıştırılacaktır. Kelâm her zaman rasyonel bilgiyi ve aklî istidlalî vurgulamıştır. Sistemin herhangi bir subjektif değere matûf delillerle yıkılması mümkün gözükmemektedir. Ayrıca insanların inançlarını delillendirme yoluna gitmeleri, kendi inançlarının hayatiyeti açısından da önemlidir. Halkın karşı fikirlerle karşılaşmasını önlemenin mümkün olup olmadığı da günümüz açısından bambaşka bir problem teşkil etmektedir. Şimdi kelâmcıların tavrı halkın kendi içine kapanarak, herhangi bir problemle karşılaşmadan yaşamalarını sağlamak mıdır yoksa karşılacakları problemlerin çözümlerini üreterek, bu çözümlerle daha kolay karşılaşmalarını sağlamak mı olmalıdır?

Ayrıca Gazzâli’nin kurmuş olduğu sistem günümüze uygunlanma açısından da hayli belirsizdir. Halk ile ilgili meseleler her zaman gündemde olacak meselelerden biridir. Gazzâlî, yapmış olduğu avam tanımında, İslâmî İlimleri okumayan yani medrese öğrencisi olmayan, tarlada çalışan, mesleğiyle hayatını idâme ettiren halkın büyük çoğunluğunu kast etmişti. Peki bugün için avam kimdir? Gazzâlî’nin yapmış olduğu tanımda olduğu gibi tek parça mıdır? Eskinin medreseleri yerine İmam-Hatip Okullarını ya da İlâhiyat Fakültelerini koyarak bu konuyu açıklığa kavuşturmuş olabilir miyiz? Ya da biyoloji ya da fizik okumuş bir kimseyi direkt olarak avamdan sayabilir miyiz? Herhangi bir eğitimi olmayan insanlara hitap edildiği gibi, bu insanlara da hitap edilmesi mümkün müdür ya da doğru mudur?... Sorular çoğaltılabilir. Tek olan gerçek bu soruların cevaplandırılması gerekliliğidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

 

Arpaguş, Hatice Kelpetin, “İman Bağlamında Kelâm’da Taklid ve Mukallid (Gazzâlî Örneği), Kelam Araştırmaları Dergisi, 3:1 (2005), s.117-140.

Bolay, Süleyman Hayri, “Aıkl”, DİA, II, 238-247.

Cürcanî, Seyyid Şerif, Kitâbu’t-ta’rîfât, Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye, Beyrut 1983.

Et-Tehanevî, Muhammed Ali, Keşşâfu Istılahâti’l-funûn, Mektebetu Lübnan Nâşirûn, Beyrut 1996.

Gazzâlî, Muhammed b. Muhammed, İlcâmu’l-avam an ilmi’l-kelâm, Daru’l-beşâir, Şam 2008.

İzutsu, Toshihiko, İslam Düşüncesinde İman Kavramı, (trc. Selahattin Ayaz ), Pınar Yayınları, İstanbul 2012.

Kutluer, İlhan, “Düşünme”, DİA, X, 53-57.

Sinanoğlu, Mustafa, “İman”, DİA, XXII, 212-218.

Taylan, Necip, “Bilgi”, DİA, VI, 157-161.



[1]M.Ü S.B.E Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Kelam Bilim Dalı Öğrencisi

[2]Ayrıntılı bilgi için bknz: Mustafa Sinanoğlu, “İman”, DİA, XXII, 212.

[3]Seyyid Şerif Cürcânî, Kitâbu’t-ta’rîfât, Beyrut 1983, s. 40.

[4]:Cürcânî, a.g.e,  s.64.

[5]Ayrıntılı bilgi için bknz: Süleyman Hayri Bolay, “Akıl”, DİA, II, 238.

[6]Cürcânî, a.g.e, , s.151-152.

[7]Cürcânî, a.g.e, s.155.

[8]Ayrıntılı bilgi için baknz: Necip Taylan, “Bilgi”, DİA, VI, 157.

[9]Muhammed Ali et-Tehânevî, Keşşâfu Istılahâti’l-funûn, Beyrut 1996, s.151-152.

[10]Cürcânî, a.g.e, s.17.

[11]Ayrıntılı bilgi için bknz:  İlhan Kutluer, “Düşünme”, DİA, X, 53.

[12]Et-Tehânevî, a.g.e, s.1705.

[13]Toshihiko Izutsu, İslam Düşüncesinde İman Kavramı ( trc. Selahattin Ayaz ), İstanbul 2012, s.131.

[14]Izutsu, a.g.e, s.145.

[15]İzutsu, a.g.e, s.146.

[16]Hatice Kelpetin Arpaguş, “İman Bağlamında Kelâm’da Taklid ve Mukallid (Gazzâlî Örneği), Kelam Araştırmaları Dergisi, 3:1 (2005), s.124.

[17]Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî, İlcâmu’l-avam an ilmi’l-kelâm, Şam 2008, s.21-22.

[18]Arpaguş, a.g.m, s.120.

[19]Arpaguş, a.g.m, s.121.

[20]Arpaguş, a.g.m, s.133.

[21]İzutsu, a.g.e, s.150.

[22]Arpaguş, a.g.m, s.126.

[23]Gazzâlî, a.g.e, s.35.

[24]Gazzâlî, a.g.e, s.54.

[25]Arpaguş, a.g.m, s.127.

[26]Gazzâlî, a.g.e, s.111.

[27]Gazzâlî, a.g.e, s.132-134.

[28]İzutsu, a.g.e, s.152.

 

 


 

Bugün 12 ziyaretçi (53 klik) kişi burdaydı!

» Bi zahmet yorumlasana :)



imanedir.tr.gg
Tasarım çizen : Melek,Tasarım Düzenleyen: Derviş Sami ## 2014 - 2015
"İman Yolu"
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol