imanhakkinda
Bismillahirrahmanirrahim.
Allah Celle Celalühü’ya hamd ve sena, Allah Resulu Peygamberimiz Hz. Muhammed Sallahu aleyhi ve selem Efendimize salât ve selamdan sonra:
İman ve Amel ilişkisinin İslam ahkâmında önemli bir yeri olduğunu ve bu meselenin doğru anlaşılmasının Müslümanlar arasında düğümlenen birçok çözülmezlerin halline vesile olacağına inanıyorum. Bu münasebetle bu meydanın Farisi (süvarisi-yetkilisi) olmadığımın bilincinde olarak: “Tümüne gücü yetmeyen tümünü terk etmez “ kaidesine gereğince, istidadımın el verdiği nispette konuya açıklık getirme gayretinde bulunacağım. Himmet bizden inayet ve bereket Allah (c.c.)’dendir.
Burada birkaç konun ayrı ayrı mütalaa edilmesi gerekiyor. Şöyle ki:
1- İmanın mahiyeti,
2- İmanın tarifi,
3- İmanın kabul edilmesinin şartları,
4- İmanın amel üzerinde etkisi,
5- İmanın dünyevi etkisi,
6- İman ve İslam münasebeti,
7- Amel imandan sayılır mı, sayılmaz mı?
Konunun alanı oldukça geniş olduğundan detaylandırılmaya ve hakkında çok söz söylenmesine müsaittir. Fakat ben konuyu daha çok halk tabakalarına hitap eden ve birçok çevrenin açmazı olarak baktığı ve benim de öyle gördüğüm karmaşayı anlamak isteyen ve çözümden yana olan kimseler için özet olarak açıklamaya çalışacağım. Tekrar söylüyorum, bu konudaki bilgi birikimimin kıtlığının, ifade etme istidadımın da kifayetsiz olduğunun bilincindeyim. Ancak samimiyetime ve elde edilmesi gereken gayenin mutlak bir ihtiyaç olduğuna olan inancımla Allah’a sığınıyor ve O’nun inayetine güveniyorum. Düşündüğüm şeylerin çok önemli olduğunu kabul etmekle beraber verimli olacak biçimde dile getirebilir miyim endişesindeyim. Hani: “Kalbimin dili yok bundan ne kadar bizarım,” diyor ya şair! Bu konuda ben de öyleyim işte!
I- İMANIN MAHİYETİ
Konuya geçmeden önce bir hususa işaret etmek istiyorum: “İyMAN” kelimesinin yazılışında arapça harfleri ile latince harfleri arasında farklılık vardır. Arapça yazılışında Elif ile Mim arasında Elif’i aşağıya çeken “Y” harfi olduğu halde Türkçede “İman” şeklinde yazılan bu kelimede bir harf eksilmiş gibi geliyor bana.
Genel olarak bir kelimede bir harfin eksiltilmesi manayı da eksiltir. Zira “Âmene” kelimesinin çekiminde muzari fiili (şimdiki ve gelecek zaman (*)) “Yuvminu” olarak “vav” ile gelir “Yuminü” değildir. Ancak dil uzmanları diyorlarsa ki; “Türkçe yazılımı böyle olduğundan aynı manayı ifade eder,” ona bir şey diyemem! Zira dil ilminin ihtisası da ayrı konudur. Bu durumla ilgili endişelerimi böylece belirttikten sonra işi uzmanlarına bırakalım ve esas konumuza dönelim.
İmanın mahiyeti açıklanırken lügat ve Şeri’at yönünden ayırt etmek gerekir. Lügat bakımından “iman” kuvvetlice inanmaktan ibarettir. Herhangi bir şeye tereddütsüz ve kesin olarak inanmışsa, “Ona iman etmiştir,” denir. Bu, batıl bir şeye inanmak bakımından da öyledir. Onun içindir ki; bu kabil inançlara her ne kadar lügatte iman dense de hakikatte gerçek imanın yerini tutmaz, tam anlamıyla karşılığını bulmaz.
Biz iman derken de hakiki ve Şer’î manada imanı kast ettiğimiz için limanın ügat manası üzerinde durmuyoruz. Zira imandan beklenilen gaye ve maksadın lügat manasında
(*) Arapçada şimdiki ve gelecek zaman çekimleri aynıdır.
tahakkuku söz konusu değildir. O halde bizim üzerinde duracağımız iman Şer’i manada imandır
. Ve Şer’i imanın mahiyeti şöyle açıklanır: Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve selem tarafından getirilen dinin tamamına tereddütsüz inanmak ve teslim olmaktır. İnanmakla teslim olmak arasındaki farklılıklar ileride açıklanacaktır. Ama mahiyet itibariyle bir inanca iman denilebilmesi ve iman olarak kabul edilmesi için bu kapsamda bulunması gerekir. Nitekim Akaitte “Ve küllema ata bihirresulu fahakkuhut teslim vel kabulu,” denir. Yani Peygamberin getirdiği her şeyin hakkı onu kabul ve ona teslim olmaktır. (Cibril-i Emin hadisinde Resulullah Sallallahu aleyhi ve selem, Cibril-i Emin’e sorduklarında şöyle tarif etmiş ve mahiyetini şöyle bildirmiştir:
CİBRİL-İ EMİN HADİSİ
Hz. Ömer şöyle rivayet ederler: “Bir gün Resulullah (s.a.v.)’in yanında oturuyorduk. Elbisesi bembeyaz, saçları siyah, üzerinde sefer (yolculuk) alâmeti görülmeyen ve içimizden hiç kimsenin tanımadığı bir adam zuhur etti. Dizlerini Resulullahın dizlerine dayadı, ellerini dizlerinin üzerine koydu, (Buradaki “dizler” Resulullahın dizleri olabileceği gibi Cibril-i Emin’in kendi dizleri de olabilir) ve şöyle dedi:
—Ya Muhammed (s.a.v.)! Bana İslam’dan haber ver, dedi.
Resulullah (s.a.v.) şöyle dedi:
— İslam, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah Resulü olduğuna şahadet getirmen, namazı kılman, zekâtı vermen, Ramazan Ayı’nda orucu tutman, yoluna gücün yeterse Beyti Haccetmendir, dedi.
Cebrail: Doğru söyledin, dedi.
Hayret ettik. “Hem soruyor hem de tasdik ediyor,” diye.
Yine:
— İmandan haber ver dedi.
Resulullah (s.a.v.):
— Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, Ahiret Günü’ne, hayır ve şerri ile kadere iman etmendir, dedi.
Cebrail:
— Doğru söyledin, dedi.
Yine Cebrail:
— İhsandan haber ver, dedi.
Resulullah (s.a.v.):
— Allah’ı (c.c.) görüyormuş gibi O’na ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyor isen de O, seni görüyordur, dedi.
Cebrail:
Saattan (kıyametten) haber ver, dedi.
Resulullah (s.a.v.):
— Bu hususta soru sorulan da sorandan fazla bir şey bilmiyor, dedi…”
Burada bizim işaret etmek istediğimiz husus İmanın mahiyeti hakkındaki açıklamalarıdır. (Riyazüs-Salihin: 49/50)
Demek ki İmanın Şer-i mahiyeti, imanın temel unsurları olan altı hususa inanmaktır.
İMANIN TARİFİ
Şer’i manada imanın tarifiinde dört farklı görüş ortaya konmuştur:
1- İman, sadece kalbin fiilinden ibaret midir?
2- Ya da teferruatını nazar-ısadece dilin fiilinden ibret midir?
3- Her ikisinin ortak fiilinden ibaret midir?
4- Ya da diğer azaları ile beraber müşterek bir fiilin adı mıdır?
Birincisi: Bu duruma göre iman, sadece kalpten tasdikin adı olur. Yani kalbiyle tasdik ettiği takdirde Mü’min olarak kabul ediliyor. Bunun dayandığı delilleri araştırmasa ya da bunun şümulü içine giren teferruatı nazar-ı itibara almasa da bu adam bir Mü’mindir denir. Bu, Şiî Mezhebinin yanı sıra bazı kişilerin de görüşüdür.
İkincisi: Bu duruma göre iman, sadece dilin filidir. Yani Resulullah’ın (s.a.v.) getirdiği şeyleri diliyle ikrar ettiği takdirde Mü’min olarak kabul edilir. Ancak burada kalbin marifeti şart koşulur, onsuz ikrar geçerli sayılmaz. Bu sahadaki söz sahibi bazı ilim ehlinin görüşü bu istikamettedir. Marifetle beraber olmayan ikrar imanda geçerli sayılmaz.
Üçüncüsü: Bu kavle göre; “İman, kalbin tasdiki yanında dilin de ikrarıdır,” dediler. Muhakkiklerden çoğu bu görüşü iltizam etti (benimsedi). İmam-ı Âzam’dan ve birçok ilim erbabından da gelen rivayet bu istikamettedir. İlim ve marifet sahibi olduğu halde meşru mazereti yok iken dil ile ikrardan istinkâf edenin yani ikrar etmeyenin imanı geçerli sayılmamıştır. Ebu Talib’in küfrüne zahib olanların (kanaat getirenlerin) dayandığı mesnet (delil) budur.
Dördüncüsü: Bu kavle göre: İman; kalp, dil ve diğer azaların ortak fiilinin adıdır. Bunlara göre iman; “İkrar-un bil-lisan ve tasdik-un bil-cenan ve amel-ün bil-erkândır.” Yani ameli terk eden imanın dışında kabul edilir. Hariciler ve Mutezileler kısmen bu görüşü savunurlar. Bunlardan bazıları ameli terk edeni küfre ithal ederler, bazıları da küfür ile iman arasında bir menzil (ayrı bir yerde) kabul ederek ayrı bir değerlendirmeye tabi tutarlar.
Bazen de ameli terk etmekten dolayı imandan çıkarılmasını ve Cennet’ten mahrum bırakılmasını uygun bulmazlar. Selefi mezhebinin çoğu, hadis imamları, kelâm âlimlerinin ekserisi bu görüşü tercih ettiler. İmam Malik, Şafi’î ve Evza’î’den de hikaye edilen bu görüştür. Halbuki, burada açık olarak müşkül bir durumla karşı karşıya kalınmaktadır.
Şöyle ki: Bir şeyin bir rüknü yok olduğu halde nasıl olur da o şey ile Cennet’e girilir? Yani amel imandan bir cüz’ ve rükûn olarak kabul edildiği takdirde o cüz’ü bulunmayan bir imanla nasıl Cennet’e girilir? İman kelimesinin şümulüne ibadet de giriyorsa, imana dâhil olan amelin olmadığı yerde iman eksik sayılır. Dolayısıyla da “Eksik imanla Cennet’e girilir mi?” sorusu akla gelir.
Buna cevaben ise şöyle söylenir: İman, Cennet’e girmekte esas olarak alınan şeylerin toplamının adıdır. O ise ikrarla beraber tasdiktir. Bunun kemali de ikrarla beraber olan tasdikten ibarettir. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
“Mü’min olanlar, her ne zaman Allah zikredilse, kalpleri Allah korkusu ve saygısıyla titrer, her ne zaman üzerlerine Allah’ın âyetleri okunursa imanları artar, Rablerine tevekkül ederler. Namazı ikame eder, kendilerine verdiğimiz rızktan infak ederler. Onlar var ya; işte onlar, hakkıyla mü’min olanların ta kendileridir.” (Enfal: 2/4).
İmanın yerinin kalp olduğu hakkında müteaddit ayetler vardır:
“Onlar var ya! Allah (c.c.), onların kalplerine iman yazmıştır ve kendinden ruh ile teyit etmiştir.” (Mücadele: 22). Yine: “Arap bedevileri: ‘İman ettik’ dediler. De ki: ‘İman etmediniz, bari Müslüman olduk deyiniz henüz kalplerinize iman girmiş değildir’.” ( Hucûrat: 14)
Resulullah (s.a.v.): “Allahım, kalbimi dinin üzerinde sabit kıl,” diye dua etmiştir. Bu hadis-i şerif imanın yerinin kalp olduğunu ispat etmektedir.